Konsomasyon Taburesi

27 Mart 2009 Cuma

Konsomasyon Taburesi 124

Saat 16:06… Gün boyu, iki yana açtığı cam kanatlar önüne çekili tel sürgü kapılar berisinde, verandanın havasına en yakın biçimde konuşlanıp çalışan “abla” yerinden kalkarak güneşe serilmiş kedileri alarma geçirir. Bu kez mama saçmaya o yana değil içeri yürür, telefonun ahizesini kaldırır, marketçi Rıza’ya kaçta kapattığını ve temiz kolisi olup olmadığını sorar, "17:00-17:30, koli buluruz, merak etme!" yanıtı alır, kapıları kapatır, anahtarını bel çantasına koyar, kapının dibindeki Ayşe Hanım’ın her uğrayışında ille bir şey yapması gerekirmiş gibi, "çöpün varsa atıvereyim" deyişini sevgiyle hatırlayarak ağzı düğümlü mavi naylon torbayı alıp kapıyı çeker, Martı Koyu'na doğru yola koyulur.

Bahçeler arasından yürür, Kaymakam Çamı’na çıkan bulvarı keser, eğimle Martı Koyu’na iner. Marketçi Rıza’nın kızı yanında akranı bir genç kızla gelmekte; selamlaşırlar, "yürüyüşe mi çıktığı?" sorusuna karşılık “abla” da tanımadığı genç kızı göstererek "nereden buldun bunu?" diye sorar, öteki -şakalaşmaya alışık- İstanbul’dan getirttiğini söyler, ama der "1 hafta yeter, bu akşam geri yolluyorum."

Marketçi Rıza, yanında 60-65 yaşında bir adam, sohbette… Alışverişini, ödemesini yapan “abla”ya, belli ki, birlikte memleket kurtarma sohbetlerini özlemiş, çıkarayak, ortaya çanak bir soru sorar. Bir haftadır verandadaki kedilere "aman da Sarman mı gelmiiiiş!, Koçero oğlum sen niye kahvaltıya gelmedin ki?", yenilerden yüzü simsiyah bir kediye, "sen ne halt karıştırdın da yüzün böyle karardı?", "Küçücük, kızım az yalansan ya, nasıl kokuyorsun böyle?" dışında canlılarla sohbeti olmamış “abla” atlar: Üçlü, yarım saati aşkın sürede memleketin halinin ne olacağı meselesini yine çözemezler, 60-65 yaşlarındaki bey “abla”yı tanımadığından direnmekten söz etmekte, Rıza ise farkını/tarzını bildiği “abla”nın türküsünü çığırmakta… "40 yıldan fazladır her alanda yürütülen son derece bilinçli, sabırlı bir planın, yatırımın sonuçlarına tanıklık ediyoruz" der “abla”, "şu dakikada direnmenin ne faydası olabilir, sizin sözünü ettiğiniz, bizim öğrenciliğimiz zamanında yaşanan itiş kakış, bir gecede kesilen onca kan aktı, ne faydası oldu? Bu, ticaret, yaptıkları yatırımın semeresini almak isteyeceklerdir, bir de bu adamlar yalana resmi, dini bir kimlik kazandırmışlar, habire belden aşağı vuruyorlar, bilgisayar programı hileliymiş de, bilmem nerede bir oda mescit olmuş da, çene altından mı bağlanmalıymış da… geçmiş olsun! Sebeplerini değiştiremeyeceğimiz şeylerin sonuçları üzerine kafa/çene yormanın Bülent Ersoy’un çıtır kocasını boşaması üzerine konuşmaktan fazlaca bir faydası yok! Ülke, –bu, ben bunu istiyorum demek değil, asla!- bunun sonuçlarını yaşayacaktır…" Sessizlik… Yarım saatin sonunda “abla” hakkında iyi kötü bir fikir sahibi olan bey, argümanını hiç de zayıf bulmadığı “abla”ya direnmez teslim olur; Rıza’nın yüzünde, istek üzerine tabureye çıkıp okuduğu şiirini bitirdikten sonra eteklerini iki yana açıp selam veren küçük kızına bakan babanın gururla karışık sevgi dolu bakışı! 60-65 yaşlarındaki bey, küskün küskün, "şimdi de Ege Denizi’ni satıyorlarmış" derken “abla” iyi akşamlar diler, dönüşe geçer.

Pazartesi kargoya verilecek ilk yüz kutunun, içine konacağı koliyi kucaklamış “abla”, çocuk parkı içinden yumuşak otlara basarak geçerken ego'su Sebastian, "yine yaptın şovunu!" deyip sataşır. Onunla didişme niyeti olmasa da, nasıl söylediğini kendisinin de anlamadığı, "...ülke bunun sonuçlarını yaşayacaktır" lâfına takılmış aklı, birden, deniz kıyısındaki boş gazinodan gelip 09 plakalı bir arabaya binen, birinin başı poşulu 4-5 adamla burun buruna gelince karışır; "buralarda da dizi falan mı çekiyorlar nedir?" diye söylenir kendi kendine ama, bilir ki böyle bir şey olsa, herkesten önce Rıza’nın haberi olur!

Güneş sırtın ardına kayarken evine girer “abla”, bahçe makasını alır, komşunun bahçesine geçer, vazosuna koymak üzere ağaç boyutuna büyümüş gül fidanından mis kokulu koca bir buket yapar, "hırsızlık almış yürümüş memlekette cık cık cık!" diye dalga geçerek evine girer.

Son bir kaç gündür deli poyrazı özler “abla”, durgun havada çekmeyen soba, küs bir sevgili gibi, acı soğuk… Giysisini içerde bir kat daha kalınlaştıran “abla”, polarının kapüşonunu kafasına geçirir, ayağı dibinde yağlı radyatör, bilgisayarının başına geçer.

Etiketler: ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa

+