Konsomasyon Taburesi

27 Mart 2009 Cuma

Konsomasyon Taburesi 128

"…“abla”, bir anlamda yapışmadığı, seçimlerinde özgür bıraktığını kızının kurduğu yaşama bakarak, başka nedenlerle de olsa, becerebildiği kadar annelikle…"*

“Abla” kızına pratik kaygılarla yapışmaz; "sevgisini/kendisini yitirirsem, yokluğunun acısına katlanamam" der, bir de "annem kadar mükemmel anne olmam mümkün değil, bari “abla” olayım kızıma" diye düşünür. Ama mükemmeliyetçi annesinin sunduğu annelik modeli dışında bilgiye sahip olmadığından onun gibi kuralcı, sert, otoriter davranır: kızının, "ne zaman ciddisin, ne zaman değil, anlamıyorum" demesine neden olan “abla” süsü verilmiş bir anne!

Okul öncesi, en iyisi, en pahalısı değil, gelişimine yardım edecek oyuncakları arar, bulur, alır “abla”; yıllara yayılan biçimde, hafta sonları ana-kız sabahın köründe sokaklara dökülür, çocuğun abullabut yürüyüşünü bir çırpıda değiştiren bale kursuna, severek gittiği buz patenine, voleybola, yetenekli olduğu anlaşılan resim dersine... taşınır. Çocukları, tepkilerini izlemeyi seven “abla”nın da seyirciler arasında olduğu çocuk oyunlarına, ardından çıkışta "Mc Donalds’a götüreceğim, söz!" rüşvetiyle sinemaya götürülen kız, en çok duyduğu söz HADİ! olduğundan, gösterinin ilk beşinci dakikası sonunda eğilip her şeyi bilen annesine sorar "şimdi n’olacak anne?"

Büyümekte olan kızın marka tüketen arkadaşları arasında mahçup olmasına aldırmayan “abla”nın boşluğunu, evlenip yeni bir düzen kurmuş olan hafta sonu babası doldurur, onu alışverişe götürür, markalı giysiler alır, arada mutlaka Mc Donalds’a giderler, alışveriş merkezlerinde yeni yaşam biçimi deneyimlenir, "eh!" der “abla” "bu da gereklidir!"

Eve gelir gelmez telefona koşan kız annesini arar, "ne zaman geleceksin?" Bu konuda çocuğun "hıııı, hıı!" dediği ama hiçbir zaman aklının yatmadığı uzun konuşmalar yapar “abla”, ertesi akşam kızın eve varış saatine dek… Telefon faturaları şişer, şişer, şişer; “abla” bir akşam kızını defterini açmış karşıdaki çocukla konuşa söyleşe ders yaptıklarına da tanık olmuştur… taa ki bir gün ödemekte zorlandığı üç haneli sayılar yerine dört haneli bir faturayla karşılaşıncaya kadar!


Gözlerine inanamaz! Kıza gösterir, sorar, "ben yapmadım!" yanıtı alır, "bak, gider döküm alırım, yalan söyleme!" uyarısı üzerine konuşanın kendisi olmadığını tekrarlayan küçük kızın burnuna ertesi gün, Gayrettepe’den aldığı dökümü dayar -900’lü hatlardan annesine bir ev hediye etmek istemiş meğer!- ve sessizce suçunu kabullenen çocuğa sorar; "benim yerimde olsaydın, senin çocuğun böyle bir şey yapsaydı, sen ne ceza verirdin?" Kız düşünür "bütün yaz bulaşıkları yıkatırdım" der, öyle de yapar. Ara sıra, "ama" der "Kızkalesi’nde ev çıksaydı bana kızmazdın!" “Abla” ev telefonunu, 900’lü hatlara, daha sonra cep telefonu icat olunca, kızın kontörü olmayan arkadaşlarına hayır işlemekten bıkıp cep telefonuna kapatır; PTT'nin, şifreli arama, oraya kapama, bu tarafı açma gibi tüm hizmetlerinden yararlanır.

Evde “abla” işten çıkıp, alışveriş yapıp gelene dek çocuk yalnızlık çekmesin diye önce; annesinin saklamış olduğu kızına ait küçük notta "Wanda’yı çok seviyorum. Sen acıktığın zaman çok üzülüyorum. Çünkü ozaman sen kabarcıklar çıkartıyorsun. Ve çok komik oluyorsun" diye anlattığı balık (lepistes) alınır. Adını, Wanda Adında Bir Balık isimli İngiliz komedisinden alan hayvan önce aşırı üreyip masa üzerini boy boy kavanozlarla doldurur, sonra yavrularını yer en nihayetinde kavanozdan dışarı zıplayıp ana-kız küçük aileyi üzüntüye boğar!

Lucky o ara hayatlarına girer. Yaşamlarına her zaman ortak ve destek olmuş çok sevgili bir arkadaşının annem bakamıyor diyerek getirdiği kedisinin oğlu, birkaç düşük ve hemşire emeklisi sahibenin yaptığı kürtajdan bir hafta sonra salimen dünyaya geldiğinden adı Lucky, “abla”nın kızına arkadaşlık etsin diye sahiplenilir. Kızla Lucky birbirlerini çok severler, yatılı okumaya Kütahya’ya gittiğinde bu kez Lucky’e arkadaşlık etsin diye Karapati eve alınır. Akşamları eve, yüreği daha az çırpıntılar içinde varan “abla” huzur için acele etmiştir; makyaj yapılmış orası burası pembe, mis gibi kokan Lucky bir başlangıçtır.

Bir akşam apartman girişinde, kızının has arkadaşının babası kapıcı Mehmet Bey, “abla”nın yolunu keser "kedi çamaşır makinesinde kapalı kalmış, çekiçle camı kırdık…" diye bir şeyler anlatır. Kafası, ruhu, bedeni, yüreği yorgun “abla” "hı, hıı" der eve varır. Kıza sorar bir yanıt alamaz, içine bir kurt düşer, banyoya gider, çamaşır makinesinin kapağını açar: Yuvarlak cam kapak tuzla buz, birikmiş cam kırıkları şıngır şıngır yere dökülmekte! Kedi artık her ne niyetle ise makineye konmuş, kapak sıkışmış, içeride dönendikçe havasız kalıp boğulacağını düşünen çocuk, komşuları, kapıcıyı seferber etmiş, kırılmasın diye kapı kolunu zorlamamışlar, camı çekiçle kırıp kediyi kurtararak operasyona son vermişler!

Çocukluğun saf neşesinden, yorgun “abla”nın sabırsızlığıyla örselene gölgelene genç kızlığa giderken, gün geçtikçe güler yüzünü yitiren kız, sabrını taşırdığı anneden; onun boyuna ulaştığında, iki kolundan tutup duvara yaslayıp "artık beni dövemezsin, istersem ben seni dövebilirim" deyip dalga geçene kadar, tutulup sarsılmak biçiminde şiddet görür. Daha sonra iş arkadaşları arasından boyu uzun, yapılı oğlanların, “abla” dert yandığında yardım önerdikleri olmuştur.

Kızın, o 3.5 yaşındayken babasının evden ayrılmasını hiç affedemediği, çook sonra, bir yetişkin olduğu yıllarda anlaşılır ve çocuğunu sanki kendi seçimiymiş gibi babasız bıraktığını düşünen “abla”nın üzerinden ağır bir yük kalkar. İkinci eşi için de, iyi kötü bir erkek unsuru diye evlenir ama elinden geleni yapan, baba değil ağabey olmaya çalışan bir başka adamı küçük kız reddeder. O da evi terk ettiğinde, kızına bunu uygun biçimde anlatmaya çalışırken, topu topu 5 yaşındaki küçük kızın -aynen bu biçimde- "hiç uğraşma, bırak giderse gitsin!" demesiyle kendine gelen “abla” birdenbire görür ki, gerçekten uğraşıyor, var gücüyle dengelemeye, ayakta tutmaya çalışıyor, yorgunluktan öldü ölecek farkında değil!

Kızın, ortaokul sonrası yetenek sınavını kazanıp Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde resim okumaya, yatılı olarak dört yıllığına Kütahya’ya gidişi her ikisi içinde dönüm noktası olur. Kız, annesinin iyi/kötü etkilerinden sıyrılıp kendini oluşturacaktır, “abla” ise sürdürdüğü ağır sorumluluk yıllarını geride bırakıp istediği gibi yaşayacaktır. Kendine sorar, "ne istiyorum?" Neonla yazılı, kendisini çok şaşırtan, pırıl pırıl bir cevaptır aldığı: HUZUR!

"Huzur mu? Ne huzuru? Ne ilgisi var? Nasıl?.."

Buradan başlar. Sorarak! Kendisine sorarak!



*Konsomasyon Taburesi 127'den...

Etiketler: , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa

+