Konsomasyon Taburesi

28 Mart 2009 Cumartesi

Konsomasyon Taburesi 160

07:03! Poyrazın savurduğu, budanıp verandayı açıkta bırakan zakkum dublörü boncuklu paravanın şakırtısına alışamamış, fazladan, gazinodan gelen, atılan gollerin neşeli çığlıklarla kutlanışını deprem sanıp korkuyla sıçradığı uykusunu alamamış “abla” gözlerini isteksizce açar; güneş fazla yükselmeden çıkmalı! düşüncesiyle biraz daha sağa kıvrılıp keyif mi yapsam? düşüncesi arasındaki kararsızlığını, Çomar’ın, penceresi önünde kuyruğu koparılıyormuşçasına feryadı üzerine aşar, kalkar.

Çomar’a kız kardeşinin İstanbul’dan getirdiği kuru kedi mamasından bir bardak koyar, ısırıp pençeleme açısından en tehlikesiz olduğu yeme anında incecik yumuşacık tüylerle kaplı koca kulaklarının vampire benzettiği ufak başını, sıska boynunu, tipik sokak kedisi koca karnını sevgiyle okşar. Mutfağa geçer, pet şişesini doldurur, iki dilim mısır ekmeği keser sırt çantasına kor, anahtarını kontrol eder, boynunu, kulaklarını güneşten koruyan yazmasını sarar, güneş gözlüğünü takar, çıkar.07:30! Deniz kenarındaki torunlardan birinin gelip ötekinin döndüğü evlerde, henüz herkes uyumakta... Üçüncü evin girişindeki yeşilliklerle örtülü sundurmada sessizce kahvaltı eden, sigara yüzünden tek ciğeri söndüğü, iki yıl ömrü kaldığı söylenen balıkçı ile karısı dışında! “Abla”yla sessizce selamlaşırlar.

Bir sonraki Martı Koyu’na kanalizasyon kazısının allak bullak ettiği toprak yoldan yürüyüşü sırasında rastladığı iki yaşlı yürüyüşçü ve bir başka kedi noktası komşusunun, balık sunarak kedi nüfusuna el koyan, arabası içinde rüzgârdan korunarak balık avlayan kocası ile de selamlaşan “abla” Poyraz’a sırtı dönük sakin Martı Koyu’nda denize girenlerin şen kahkahalarını aşıp bayıra sarar, çamlarla gölgeli patikadan tepeyi tırmanmaya başlar. Ormanlık alandaki yangın riskini kontrole yarayan temizliği yapacak greyder henüz girmediğinden diz boyu kuru otlar, şiddetli yağmurun açtığı derin yarıklar yüzünden zahmetli parkuru izleyen “abla” bir iki kaplumbağa dışında irice bir canlıya rastlamadan, sitenin girişinden görünen, jandarmanın kimbilir ne zaman boyadığı, şimdilerde içinde çamlar bitmiş, soluk bayrağın bulunduğu Karatepe’nin en yüksek yerine varır. Uçmaması için ucuna taşlar koyduğu terle ıslanmış t-shirt’ünü kayalardan birine serer, üşümemek için yeleğini giyer, kardeşinin getirdiği Açık Hava Tiyatrosu’nda bir caz konserinde dağıtılan süngere oturur, çantasından çıkardığı suyun bir kısmını doğaya teşekkürle! kayanın kovuklarına doldurur, ekmeği ufalar, ayakkabılarını çıkarır, kayanın serinliğine basar... Ölçmediği bir süre oturur; peşinde martıları sürükleyen balıkçı teknelerini, çok sık olmasa da –bir şenlik!- yunus geçişlerini izler, o kadar sessizdir ki, bir seferinde çalılardan çıkan bir tilkinin “abla”yı farkettiğinde yerinden zıpladığı bir karşılaşma bile olmuştur!

Dönüşünü camiyle spor tesislerine inen yoldan, armut yüklü ağaçlar arasından yapar. Kış boyu kapalı kalmış evlerin neminde ıslanmış yatakları serdikleri verandalardan, yeni geldikleri anlaşılan tatilcilerle selamlaşıp markete uğrayan “abla” sitedeki doluluk oranı üzerine Rıza Bey’le, markete her girene hoşgeldiniiiiiz!lerle bölünen kısa bir görüşme yapar, yine Martı sahiline iner toprak yoldan evine kavuşur.

Su dağıtımı yapan üç marka Erikli, Sultansu ve yörenin tanınmış suyu Belediye'nin şişelediği Düdüklü birbiri ardısıra aynı sinyal sistemiyle, çıngıraklarını çalarak geçerken poyraz çok şiddetli değilse denize giren “abla” öğlen günün iki öğününden birini gerçekleştirir, kahvaltısını yapar.

Demliğin dibindeki çayı annesinden öğrendiği gibi gülün dibine döker, bilgisayarını açıp postasına bakar, yanıtlar. Günlerdir eve kapanıp ürettiği 140 elyapımı kutuyu koyduğu koliyi yüklenip Burhaniye’ye giden Körfez Birlik arabasına biner.

Arkasında, bu yaz da gelip birbirlerini salimen bulmuş olmaktan mutlu iki yazlıkçı yaşlı hanım hasret gidermekte! Kışın nasıl geçtiği, karşılıklı sağlık durumlarının aktarıldığı olağan sohbetin bir kısmında hanımlardan biri diğerine "bir jinekoloji hocamız vardı" der, "...o derdi ki (sesine amfide ders verir bir ton ekleyerek) kadınnnn yaşlanmaaaz, yoruluur! Yaşıyorsa Allah uzun ömürler versin, öldüyse nur içinde yatsın..."

Ören başta diğer yazlık sitelerden pazara inmiş yazlıkçı kalabalığına bakarak yörenin yaz nüfusuna ulaştığı anlaşılan Burhaniye’de anıtın karşısındaki ısıölçerde 39 dereceyi gören “abla” rahat taşımak için çamaşır ipiyle bağlayıp yaptığı sapından kavradığı koliyle ara sokağa dalar, "vaktin varsa bir çayımızı iç Fatoş Abla" diyen kargocu çocuklara, her zamanki, bir sonraki arabayla döneceği cevabını verip "...aynı adrese, karşıdan ödemeli!" der, çıkar. Akşam İstanbul’a yola çıkacağından sebze pazarına uğramaz; cep telefonu kullanmadığından arada uyarısına ihtiyaç duyduğu, kadranında civcivleriyle yemlenen bir tavuğun bulunduğu bir Serkisof kurmalı çalar saati 7.5 YTL’ye alır, milletin serinlemek için pazar molası verdiği parkın önündeki simitçiden aldığı sıcacık yoğurt kurabiyesini yiyerek durağa gider, gelen arabaya biner, arka kapı dibindeki muavinin yerine "burası güzel esiyor..." açıklaması yaparak yerleşir.

Yanında oturan, "sen nerede oturuyorsun?" diyerek taşralı içtenliğiyle sohbet başlatan yanakları kırmızı, mavi gözlü amcaya burada kışın da oturduğu ek bilgisiyle oturduğu yeri söyler. Amca, “abla”nın içine kapalı yaşamı yüzünden tanımadığı komşularından birkaç isim sayarak, onlara zeytinyağı verdiğini anlatır; "...nenemin zamanında..." der, "teeee Karatepe’ye kadar Gömeç Ovası’nda tütün ekerlermiş, tüccarlar altın gibi renginden tanırlarmış tütünü... Yani buranın havası o kadar güzel, temiz! Zeytin de o yüzden güzel oluyor. Buradan birinin akrabası gitmiş, Amerika’da bir kitapçıda bir kitap görmüş, en iyi zeytin Karaağaç Beldesi’nde olur yazıyormuş! Ama, zamanında tüccar çok sömürdü zeytinciyi, bizde, dağda derlerdi PeKaKa’dan, körfezde üç Ka’dan (Komili, Kırlangıç, Kristal) korkacaksın! Şimdilerde o kadar değil ama..."

Etiketler: , , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa

+