Konsomasyon Taburesi

27 Mart 2009 Cuma

Konsomasyon Taburesi 136

"Babamların ve benim jenerasyonumun büyük ihmâli oldu, biz doğuyu çok ihmâl ettik; Kürt meselesi bir yana, dinciler Atatürk’ün tekkeleri kapatmasından sonra yok olmadılar ki, pusudaydılar, fırsat kolladılar yıllarca… Bir babamların bir bizim jenerasyonun ihmâli yüzünden bu hâle geldi işler…" “Abla”, pazara giderken sohbet etmekten çok hoşlandığı hanımın içtenlikli sözlerini, bir yetişkinden ilk kez böylesi yürekli bir itiraf duymaktan şaşkın, can kulağıyla dinlemekte! "Ben ilk oyumu 1950’de verdim ve tabii Demokrat Parti’ye, Adnan Menderes bir beyefendi, son derece zarif, Celâl Bayar’ı hiç sevmezdim, sonra bir yanlış oy daha verdim, kadındır diye Tansu Çiller’e… Ne bileceksin… Ama doğuyu gerçekten çok ihmâl ettik… Evlendik Ankara’ya gideceğiz, büyükannem yün fanilalar, donlar almış, iki gözü iki çeşme… Yapmayın diyorum, sonuçta başkente gidiyoruz. O yıllarda hiç birimiz İstanbul dışına çıkmıyoruz ki, ağlamadan gidilen tek yer İzmir’di o kadar!.."

Burhaniye’de anıtın karşısındaki ısı ölçer 28 dereceyi göstermekte, 24 Mart, saat 8:45! Kız kardeşinden biletlerin tümünü bulup aldığı müjdesini alan “abla” Nisan ayını Cadde’de o sinema senin burası benim! koşuşturarak geçireceğinden, sıkı çalışıp sipariş kutularla doldurduğu koca bir koliyi kargoya vermek üzere bir arka sokağa geçer.

9:30 servisine binip dönebilmek için yaptığı hassas plân uyarınca telefonla ayırttığı biletini almak üzere hızla yazıhaneye dalar, "seni Rahat’la yollayayım bak, çok rahat!" diye şaka yapan emekli öğretmenden biletini alırken yazıhanedeki yaşlı amcanın "sen niye gidiyorsun İstanbul’a?" sorusunu, hiçbir anlam ifade etmeyeceğini bile bile -çocuklarımı özledim falan desen ya! diyen Sebastian’a hiç prim vermeden- "film festivali var amca, film seyretmeye gidiyorum" diye yanıtlar.

Meydanı koşar adım geçer, pastaneden "ne güzel kokuyor, şuracıkta yesem mi?" deyip satıcıyı güldürdüğü taze mısır ekmeğini alır, ardından avlanma içgüdüleri tamamen körelmesin deyip aldığı, kedilerin pek de bayılmadıkları en ucuz kuru kedi mamasından 4 kilo alıp tekerlekli arabanın en dibine yerleştirmek üzere av malzemeleri satan dükkâna girer, bilgisayardan bangır bangır türünü saptayamadığı bir müzik dinleyen kızlara iyi haftalar diye bağırıp fırlar, zeytinyağı almaya uğrar, yeni sıkılmış yeşilimsi zeytin lezzetli yağdan bir teneke alıp en dibe, kedi maması yanına yerleştirir pazara yollanır.

"Çok pahalandı çooook" diyen yaşlı limoncudan haftalık limonunu alan “abla”nın gözü saatinde, 9:10, son 20 dakika! Bir önceki hafta hindiba aldığı köylüyü bulur, sorar, ağıııır hareketlerle naylon çuvalı yere serdiği örtü üzerine döken amca "bak bakalım" der, "kadınlar toplamışlar, ben de bilmiyorum, koymuşlar mı?" Yere çömelen “abla”yla beraber toplanmış karışık otlar arasından üç bağ hindiba bulup ayırırlar, 1,5 YTL için utanarak 20 YTL uzatan “abla”nın kusura bakma!sına bitişik tezgâhtan, ıspanakçıdan yanıt gelir, "bulur o bulur, ne kirli çıkıdır oooooo! Sigara da içmez kor bir yana, para çooook onda…" karışık otçunun mal varlığı dökümünün uzayacağını sezen “abla” hırıltılı sesiyle listeyi kabartmakta kararlı ıspanakçının hızını "fena mı, sen de içmesen ya!" diyerek keser; ağzı düğümlü bir naylon torba içindeki metal paralar arasından parasının üstünü avucuna sayan karışık otçuya hayırlı pazarlar dileyip ayrılmadan, hafta boyu biriktirdiği, köylülerin sevinçle karşıladığı temiz alışveriş torbalarından bir tomar bırakır.

Üç ayrı boy ve fiyattaki portakallara bakar, portakalcının "hepsi tatlı abla çok güzel!" çağrısını, orta boydakileri işaret ederek "amaaaaan, evlenmeyeceğiz ya, ver şundan dört kilo..." diyerek karşılar, nedense "estağfurullah!" yanıtı aldığı portakalcının yanı başından taze soğan, maydanoz alışverişine geçer, üşenmeyip tezgâhın ardından dolanıp “abla”nın yanına gelen köylü elindeki demeti torbasına sıkıştırırken, "tere al" der sesini alçaltarak "idrar yollarına çok iyi, hiçbir şeyle karıştırmadan az limon sık, baharlıdır, atma sakın, idrar söktürür…"

Burhaniye pazarında bir ilk, tropik meyveler tezgâhı: Dünürünün tamamen organik olduğunu garantilediği dut pekmeziyle yemek üzere iki avokado, bir kilo da kivi alan “abla”, nasıl ayıklayacağını bilmediği ananasa ve henüz hiç de güven telkin etmeyen çileğe göz atar, çıkışa yönelir.

Yere oturmuş cıvıldaşan köylü kadınlardan oluşmuş pazar dışında pazardan geçerken yumurta aldığı kadının sattığı tüylü ota gözü takılan “abla” sorar, "kaymacık deriz biz ona" diye yanıtlar kadın, "az haşlayacaksın, soğanı kavurup, bunu da at içine, suyundan da kat, üzerine kır iki yumurta, haftaya gelip var mı? diye sorarsın artık!" Koca torba dolusu otu gösterip "bak böyle 1 YTL!"

9:25, son 5 dakika! Süratle yekinip garaja varan “abla”nın arabasını arkaya yerleştiren Halil Ağabey sorar "gelirken senin oturduğun koltuğun altında tek siyah çorap buldum, senin mi Fatoş Hanım?"; “abla” "Güvercin Koyu’nda inen kadından düşmüş olmalı" diye fikir yürütürken Halil Ağabey "kalan da bi işe yaramaz ki" dediği tek çorabı dürüp temizliğe giden kadına sormak üzere torpido gözüne koyar. Öne, yanına oturup barbunya aldığını söyleyen yaşlı beyle, ziraat barbununun daha iri taneli açık sarı görünüşü, lezzetinin bildiğimiz ebrulî barbunyaya üstünlüğü konulu bir sohbet tutturup dönüş yoluna koyulurlar.

Etiketler: , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa

+