Konsomasyon Taburesi

28 Mart 2009 Cumartesi

Konsomasyon Taburesi 154

Kızının "eee, festival bitti, şimdi ne yapacaksın?" sorusunu "bunalıma gireceğim!" diye yanıtlayan “abla” festival kataloğunu açar, kız kardeşinin verdiği biri yeşil diğeri pembe iki flomaster ile festival boyunca gördüğü filmleri yeşille, önceden gördüklerini pembe ile işaretler. Genelde memnun kaldığı festivalin, reklam filmlerini kayda değer bulmaz; yaratıcısının adını taşıyan markanın canlandırmayla anlatıldığı akılda kalıcı bir spor ürün markası, fena sayılmaz denebilecek diyet ürün reklamı, sürücülerin zarar görmediğini öne süren ama izleyicinin film boyu tokuşup dağılan arabalar dışında sağlam/hasarlı hiç sürücü görmediği arabalarımız sağlam! iddiasında bir reklam filmi, yeni modellerin sizi çok özel yaptığı, bunu anlatırken çevrede kırıp dökmedik bir şey bırakmayan bir adamın başrolünde olduğu bir başka araba reklamı, sıradan bir gözlük, sigorta... reklamları.
Festival sponsoru Akbank’ın “...destekliyoruz” temalı reklam filminin “...zamandan çaldığınız” kısmındaki çalmak sözcüğüne takılan “abla” için sinema, kayıp/ziyan edilen değil, tersine değerlendirilmiş zamandır: Kamera Dünyanın dört bir yanında yöneldiği insanı, hikâyesini aktarırken “abla”ya kendisini anlatır, sinema koltuğu “abla”nın oturduğu, gözlediği, gördüğü üzerine düşündüğü, kendini öğrendiği Konsomasyon Taburesidir!
Arkadaşlarını görmek, olağan Tahtakale ziyaretini yapmak, ufak tefek bürokratik işlemler için zamanı kalmadığını gören “abla”, yazlıkta kendi evinde birkaç gün geçirip denize bile girmiş arkadaşının bembeyaz top top çiçek açmış haberini getirdiği akasyalı evine dönme işini bir hafta daha erteler. Kız kardeşinin arkadaşları ile Nevizade’de, “abla”nın, sahibinin Gökçeada’da tanıştıkları Dibek Kahvesi ile meşhur, müteveffa madamın erkek kardeşi olduğunu öğrendiği İmroz’da buluşurlar. Çıkışta Balıkpazarı’nın Cadde’ye kavuştuğu köşede niyetçiye takılırlar; adam, ikisi yetişkin biri bebek tavşanlarını severken bebeği “abla”nın başına koyar, bu güzelim poz cep telefonlarınca derhal kaydedilir. Ebeveyn tavşanlardan birinin “abla”nın niyetine çektiği kağıtta yazanlar: "Dindar, çalışkan, idealist, ülkücü bir yapıya sahipsiniz. Yoksulların, acı çekenlerin haklarını koruyacak bir dünya istiyorsunuz. Tüm gücünü kötülüklere son verecek işlerde kullanıyor ve genellikle başarıyorsunuz." Ego'su Sebastian’ın taa ciğerine seslenen bu caanım sözler nasıl reddedilebilir? Çekilen diğer niyetlerin de içeriği genel olarak onaylanır, kız kardeşler, arkadaşlarınca paylaşılıp evlere bırakılır.
İzleyen bir kaç gün, “abla”nın dünürlerinin ziyaret haberi üzerine kız, kuzen, damat üçlüsünün yaşadığı; bornoz, iri boyda bir tencere gibi şeylerin kaybolduğu bir çeşit Bermuda Şeytan Üçgeni’ne dönüşmüş evin elden geçirilmesine ayrılır.
Hava muhalefeti yüzünden eve tıkıldıkları gün içinde misafirlerle, şempanzeler üzerine bir belgesel izlenirken, siyah beyaz eski bölüm “abla”nın dikkatini çeker. Biri, elinde dolu bir süt şişesi tutan tellerle üretilmiş anne maketi, diğeri süt şişesi taşımayıp tellerin üzeri yumuşak kumaşla kaplanmış bir başka bir anne maketi: Yavru şempanzeler acıktıklarında gidip süt içerler ve geride kalan zamanlarının tamamını yumuşak kumaş kaplı maketin kucağında geçirirler! Muhteşem! Dokunmanın önemi üzerine inanılması zor, etkileyici bir gözlem! “Abla”nın, Irvin D. Yalom’un Nietzsche Ağladığında ve Divan kitaplarında okuyup, terapistinin onu ille de omzuna dokunarak uğurlayışında test ettiği dokunulmak, bazı ruhsal hastaların dokunulmaya tepkileri, dokunulmanın taciz başlangıçı olabileceği kaygısıyla bir diğerine dokunmayan –örn. Amerikan- toplumların arızalı duygusal yaşamları, bizim sıkı sıkı sarılmaya yatkın, sevecen ve çoook daha dengeli duygusal toplumumuz... bir çok gözleminin yerli yerine oturduğu, bütünleşen bir manzara oluşturur. "Bu çok önemli" diye düşünür "abla" dokunulmak; bu anda, burada! olduğumuzun yaşamsal kanıtıdır ona göre...
Misafirlerini uğurlayıp arkadaşlarıyla ikili, üçlü buluşmalar yapan, gideceği güne dek zamanını bu amaçla dolduran “abla” akşam saati eve dönüp taşra saatiyle yatmaya gitmeye kalkıştığında kız tarafından durdurulur. Salonda mini bir Sinematek oluşturmuş kızı, bilinçli seçimle büyütmeye başladığı film arşivinden bir kaç film seçip önüne kor ve bunları izlemesi gerektiğini, beğeneceğini söyler: Armut dibine düşer diyen “abla”, David Cronenberg'in Örümcek'ini, Joe Wright'ın yürek ezen Kefaret'ini, festivalde Düşüş ile izlediği Tarsem Singh’in bayıldığı ilk filmi Hücre’yi (bir kez daha), Gavin Hood’un yönettiği vizyon filmi J. Gyllenhaal, R. Witherspoon, Meryl Streep’li Yargısız İnfaz’ı izler, bu sonuncudan çok etkilenir. 11 Eylül korkusuyla hukuku bypass eden Amerikalıların bir Müslümana önyargılı, işkenceli yaklaşımları ile başka bir Müslüman intihar bombacısının son günlerinin içiçe geçmiş anlatımını pek beğenir “abla”...
Arada Cadde’ye de gider ana-kız; festivalden vizyona düşen bir Kanada filmi, Denys Arcand’ın, beğendikleri Amerikan İmparatorluğu’nun Çöküşü ve Barbarların İstilâsı üçlemesinin sonuncusu, bir komedi: Karanlığın Gölgesinde... Modern toplumun konforu sağlanmış, iletişimsiz, mutsuz, maddi tatminlerle yaşayan üyelerinden biri; Feng Shui’ye göre düzenlenen, gülme kursları aldıkları Belediye’de şikâyetleri dinler, binaların 1.5 km yakınında sigara içme yasağı yüzünden gizlice sigara içer, zenci iş arkadaşına zenci dediği için özür dilemesi beklenir. 1.5 yıldır sevişmediği taşrada emlâk satışında 3. sıradaki, sürekli telefonda karısı, Walkman’lerle dışarıya kapalı, TV oyunlarına gömülü kızları arasında yaşamanın anlamsızlığının farkına varan aile babası, haftada bir ziyaret ettiği, kendisini tanımayan annesinin ölümü üzerine “abla” gibi inzivayı seçer; deniz kenarına babasından kalan eve göçer. Komşularından, hiç konuşmayıp balık avlayan çok yaşlı bir adamın eşi ve diğer komşularla bahçe işi yaparlar... Film adamın kovalar dolusu elmayı reçel yapılmak üzere soyduğu bir sahneyle sona erer. “Abla”nın insanın yiyeceğini üretmek üzere doğanın döngüsüne katılmasının ruhsal sağlığa olumlu etkisi saptamasına katılan kızı da annesi gibi filmi beğenir.
Alkazar Sineması girişindeki afişlere göre; festivalden geçen, Lütfen Başa Sarın, Boleyn Kızı, Karanlığın Gölgesinde oynamakta, İşte Özgür Dünya, Ben X, Karamel, Kırmızı Balonun Yolculuğu sırada... Caddede, Alkazar Salonları dışında bir de Beyoğlu Sineması izlenmeye değer filmler göstererek hayâl kırıklığına yol açmayacak bir program izlemekte...


Konsomasyon Taburesi 154’e ek:
Uluslararası Bestseller, 2014 Pen-Faulkner Ödülü, 2014 California Edebiyat Ödülü, 2014 Man Booker Finalisti, Aylak Kitap 2015 yayını, Hepimiz Tamamen Kendimizi Kaybettik adlı kitabında Karen Joy Fowler, -bazılarımızın bildiği halde içi kaldırmadığından, çoğumuz da bilmediğinden topluca bilmezden gelinen- çok özel yaşam deneyiminden süzüleni, açık yüreklilikle anlatır.
Sayfa 212’den: “…Ama kimse Harry Harlow’un adını bir bebeğe vermeyecekti. Rhesus maymunu bebeklerini annelerinden ayırmış, onlara cansız anneler vermişti, havlu kumaştan ya da telden anneler. Amacı, başka seçenek olmadığında, bebeklerin hangisini tercih edeceğini görmekti. Bilinçli olarak kışkırtıcı bir söylemle, sevgiyi araştırdığını iddia etmişti.
Zavallı bebekler sahte, aldırışsız annelerine sarılıp durmuş ve sonunda hepsi psikoza yakalanmış ya da ölmüşlerdi. “Onlar hakkında ne öğrendiğini sandığını bilmiyorum,” dedi Lowell. “Ama kısa, hüzünlü, küçük yaşamlarında, onlar Dr. Harlow hakkında çok şey öğrendi, orası kesin…”

Etiketler: , , , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa

+