Konsomasyon Taburesi

27 Mart 2009 Cuma

Konsomasyon Taburesi 131

Kuzeninin eşinin açtığı el yapımı özel tasarım kutu dükkânına sonradan yardım amacıyla eklenen “abla” beraber iyi bir dostluğu paylaşırlarken kuzen eşinden çok önemli bir şey öğrenir: Çocuğ(un)a değer vermek!

“Abla” bunu bilmez, teoride bunun böyle olduğunu bilir ama pratikte çocuğun değerli olması nedir? bir fikri yoktur. Yaşamının son yıllarında annesinin, kızına karşı sabırsızlık gösterdiğinde ya da yeri geldiğinde “abla”ya söylediği biçimiyle çocuk en değerli şeydir cümlesi bir şey ifade etmez, çünkü annesi “abla”dan kızının doğumundan sonra bile “çorçocuk” diye söz eder; nedense “abla” bu yaklaşımdan hep önemsenmeme duygusu alır. Ve kendi kızına da öğrendiği biçimde davranır. Oysa kuzeninin eşi, oğluna, “abla”ya başlarda tuhaf gelen biçimde davranmaktadır, oğlan bir şey sorduğunda işine ara verir, dinler, yanıtlar. İsteklerini ön plana alır, öncelikle yerine getirir. Karnı tok, sırtı pekten çok öte bir şeydir “abla”nın tanık olduğu, şaşkınlıkla izler. Üstelik tek o da değil, Puffy, eski arkadaşlarından bir kaçı daha çocuklarını özene bezene önemseye olumlu sonuçları rahatça gözlenebilen biçimde büyütmektedirler…

Gerçi, Kutu Mutu döneminden birkaç yıl önce yaşadıkları, çocuğunun önemiyle ilgili işaret sayılabilecek bir olay, “abla”yı derinden sarsmıştır: Eski solcu çok patronlu iş yerinde üç kişilik iş çıkardığı günlerden birinde telefonu çalan “abla” kızının ağlayarak bir şeyler anlatışını dinler, genellikle buna benzer konuşmalar yaptıklarından tekerlekli büro sandalyesiyle öteki makine önüne kayar, bir metindeki düzeltmeleri yapmaya koyulur, kızın ağlaması kesilmez, bir şey derinden bir şey “abla”ya "dur, dinle!" demekte ise de o bitişik makineye geçer, printer’a bir metin yollar; ağlamanın yatışacağı yok, bu başka bir şey, kız "anne gel, eve gel!" diye hıçkırmakta! Patates kızartması çekmiş canı, yağ alev almış, perdeye sıçramış, çığlığına komşular yetişmiş, büyümeden söndürülmüş… “Abla” birden fark eder ki çocuk bunları anlatırken o makineler arası koşusunu sürdürmekte ve gündelik sızlanmalar modunda dinlemekte!.. Dahası gel anne! diyen çocuğuna işim var.. falan demekte! Fazla mesai ücreti ödenmeksizin, ekonomik olsun diye akşam yemeğinde lahmacun yemelerinin beklendiği, taksi paralarının çok tuttuğu… sızlanmaları arasında geceli gündüzlü bir iş temposu! Yeter! “Abla” sandalyesini iter, atölye arkadaşlarına bilgi verir, izin almaz, fırlar, çıkar gider… "Ne zaman?" der yol boyu haykıra haykıra ağlama sınırında eve giderken kafasında tek bir soru; "ne zaman çocuğun işinden önemli olacak, ölünce mi?"

“Abla”nın sorumluluk duygusunun, annelik içgüdüsünün dahi önüne geçebileceğini belli ki kestiremeyen annesi, çocuklarını eğitirken, onların en çok bağıranın en önemli sanıldığı/sayıldığı bir gelecekte yaşayacaklarını ne bilsin; alçakgönüllülük eğitiminin dozunu da anlaşılan biraz fazla tutar ve sonuçta “abla” gezegende kapladığım yeri hak edeyim diye kendini bir ömür boyu paralar durur. “Abla”nın sonraları kendisiyle ilgili çalışmaları sırasında fark edeceği değersizlik, kendini yetersiz, önemsiz hissetme duygusunun temeli budur: Yaptığı her şey ya fazladır ya eksik! Çok akıllı, çok çalışkan, sorumluluk sahibi, her haliyle lise yıllarında flört sabıkasıyla, alışılagelmiş çizgisinin dışına kaysa da örnek öğrenci, sınıf başkanı, bilmemne kolu, tiyatroda, bandoda, basket takımında… joker gibi bir şey! Her dönem takdirname almak üç kardeş için sıradan olaylardandır, aferin! falan denir, geçilir.

Zaman geçer… Onca çaba işe yaramamış olacak ki, 20’li yaşlarındaki “abla”nın Dünya gezegeninde kapladığı yeri hak etmekle ilgili kaygıları, Yankı Yazgan’ın hazırladığı güzelim testlerden birindeki mezar taşınıza ne yazılmasını isterdiniz? sorusuna verdiği özür dilerim! cevabıyla bir kez daha gün ışığına çıkar.

Yaşama bu kadar eğreti tutunmuş bir kadının çocuğu da aynı kaderi paylaşır doğallıkla! Güzel, akıllı, yetenekli olduğuna inanmaz bir türlü! “Abla” kendi değersizlik yetersizlik duygusunu, üstelik bir de alçakgönüllülük sanarak, çocuğuna öyle yansıtır ki genç kız, annesiyle aynı kaygılarla boğuşmak zorunda kalır. “Abla”nın kendisinde fark edip biraz da suçluluk duygusunun etkisiyle zararın neresinden dönülse kârdır diyerek ortaya koyduğu reçeteler, yol haritaları, planlar bir işe yaramaz. Hamuru çoook güzel bu genç kadın, kendini yeniden yapmak zorundadır: Tüm parçaları birbirine benzeyen bu yüzden yanlış yerlere, olmaması gereken parçalar konmuş karmaşık dev bir puzzle gibi… Tamamen dağıtılıp yeniden sabırla doğru parçaların doğru boşluklara konması gerekmekte!

“Abla”nın kilometrelerce uzağa kaçışının bir gizli nedeni, bu parçalayıp yeniden yapma sürecini izleyecek gücünün olmayışı olmalı!

Etiketler: , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa

+