Konsomasyon Taburesi

28 Mart 2009 Cumartesi

Konsomasyon Taburesi 162

İstanbul’daki son gününün sabahında “abla” ile ayağı ucunda uyuyan Karapati’yle mutlu bir gece geçirmiş ortanca kardeşi, Avrupa’dan Asya’ya, Kadıköy’e geçen halk otobüsüne binerken, Ali Sami Yen durağında bir kardeşlerinin daha bineceği açıklamasıyla üç kişilik ödeme yaparlar. “Abla”nın orta ikinci sınıftan beri arkadaşlığını kimseye değişmeyeceği, "erkek olsaydım onunla evlenmek isterdim!" dediği çok eski arkadaşı, üç kız kardeşi Haldun Taner Sahnesi önünden alır, Fenerbahçe’de uzunca bir zaman görüşmediklerinden güzel bir sohbetle uzun bir kahvaltı yaptıkları Belvü Jardin isimli, yat limanına bakan bir bahçeye götürür. Karacaahmet Mezarlığı’nın annelerinin mezarına daha yakın olan arka kapısında, bir sonraki buluşmanın sonbaharda, Bursa’da, Oylat Kaplıcası merkezli programını yaparak ayrılırlar.

Mezarlığın arka kapısından girip, küçük kız kardeşin "mahalle baskısı, hadi eşarplarımızı takalım…" uyarısıyla örtünüp ulaştıkları epeydir uğramadıklarından bakımsız annelerinin mezarı; oradaki kalıntıyla annesi arasında bir bağlantı kurmayıp annesinin çoktaaaan reenkarne olduğuna inanan “abla”ya bir şey ifade etmezken ortanca kardeş için uzuuun uzun sohbet ettiği bir tür telefon kulübesidir. Küçük kız kardeş ise kısa bir görüşmeyle yetinir; “abla”nın yanına, annelerinin, rastlantı eseri çok yakınındaki babasıyla annesinin, kardeşlerin anneanne ve dedelerinin mezarı başına geçer. Mezarlığın, bülbüllerin şakıdığı huzurlu atmosferinde geçip gidenler konulu sohbetlerine katılan ortanca anlatır; "anneannem bir seferinde anlatmıştı" der, "annenize kızım bak bu kadar iyi notların var, hep sınıfın ikincisi üçüncüsü oluyorsun, neden biraz daha çalışıp birincisi olmuyorsun? diye sorduğumda bana dedi ki, anne onlar benim arkadaşlarım, onlar için birinci olmak için önemli, onların arkadaşlığı da benim için önemli, niye onları üzeyim? Ben annenizden çok şey öğrendim." Akdeniz bilgeliğinin izlerini taşıyan, Girit’ten Türkiye’ye mübadeleyle 12 yaşında gelmiş, Rumca dışında tek kelime bilmezken okula giden beş çocuğundan Türkçe’yi, Latin harfleriyle yazmayı, hesap yapmayı öğrenen anneanneleriyle, hiç tanımadıkları, öncelikle kızlarını okutmak için çırpınan dedelerini selamlayıp mezarlıktan ayrılırlar.

Vapurla Eminönü’ne, köprü altındaki lokantalardan kendilerine İspanyolca seslenen garsonları şaşırtan Türkçe yanıtlar verip yürüyerek Karaköy’e geçerler. "Şuncacık yol, Tünel’i boş verin, yürüyerek çıkalım!" diyen yorulmaz, yılmaz, sportmen küçük kız kardeşe uyarak Galip Dede Caddesi alt ucundan yokuşa sararlar. Galata Kulesi dibinde, üç mahalle muhtarlığının kulübesi önünde ufak bir fotoğraf molası verirler. Ziyaret saatini kaçırdıklarını Mevlevihane’yi geçer geçmez rastladıkları özgün giysili bir yerli -Kızılderili- grubunun, doğadan esinlenen harika müziğini dinler, bir de CD alarak yola devam ederler.

Kitabevinden cafeye dönüşmüşe benzeyen Ada’ya sözlük alıp, yeni baskı bir kitap için giren kardeşlere, 10 yıldır Türkiye’de bulunan ama aklı İtalya’da Bulgar göçmeni konuşkan bir genç yardımcı olur; şirin aksanıyla hızlıca anlattığına göre "…serbest dolaşım hakkı alınca Bulgarlar Avrupa’ya dağılmışlar," eliyle gözlerini işaret ederek "vizyon yapınca geri dönmüşler, şimdi Bulgaristan çok güzel olmuş, Karadeniz kıyısını görsek..." tanımazmışız.


Doğal malzemeden üretilmiş pasta, kurabiye görünümlü bakım ürünleri satan, kapısından salınan muhteşem kokularla içine çekildikleri Lush adlı dükkânda “abla” ve kardeşleri, görgülerini artırırken kabul edelim, hepimiz yaşlanıyoruz, böğürtlen yoğurt maskesi ile kendimize bir şans tanıyalım türü eğlenceli ürün etiketlerini okuyup epey eğlenirler.

Mefisto’dan, “abla”nın talebi üzerine Komedi Dükkanın Müzisyeni etiketiyle Özer Atik’in Yok Böyle Bir Şey CD’sini alırlar. Yol boyu rastladıkları sinemalarda, üç kız kardeşin oy birliği ile görmek istedikleri tek film, İmam Adnan Sokak’taki Yeşilçam Sineması’nda, 20:00’de; Bereketli Topraklar Üzerinde

Film saatine kadar Kaktüs’te mola veren kardeşlerinden, gazete okumayıp haber izlemeyen “abla”nın öğrendikleri: Sean Penn’li Cannes Film Festivali’nde ses getiren, İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen, İnsan Hakları konulu eski filmleri destekleyerek restorasyonunun sağlandığı proje kapsamında ele alınan, Orhan Kemal’in aynı isimli yapıtından esinlenerek Tuncel Kurtiz’in senaryosunu yazdığı Bereketli Topraklar Üzerinde hüzünlü bir Çukurova hikâyesi. 1980’de darbe nedeniyle yapılamayan Antalya Film Festivali’nde ertesi yıl, En İyi Film, En İyi Yönetmen (Erden Kıral), En İyi Erkek Oyuncu (Yaman Okay) ödüllerini alan film, sıkıyönetimce “muzır” bulunur. Kıral ödülü reddeder; filmin Avrupa’da aldığı ödüllere ise yurtdışına çıkışı engellenince yıllar sonra Paris’te kavuşur. Oyuncuların set işçisi olarak da çalıştıkları, sineklerce ısırılıp 5-6 yıl kapanmayan yaralarla uğraştıkları, parasızlıktan eşlerinin bileziklerini bozdurup zorlukla tamamladıkları filmin negatifleri depodan çalınır! 28 yıl sonra, filmin hakları sahibi ve oyuncusu da olan yedi kişinin İsviçre’de yaşayan üçünden filmini satın alan Erden Kıral duygularını "çocuğunu bulmak gibi" diye anlatır… Bu macerada, ilgili kişilere ulaşmada Fatih Akın’ın da gayreti söz konusu…

Merdivenle sinemanın bulunduğu alt kata inen “abla” ve kardeşleri bilet kesmede çekingen davranan görevlinin zıngırdamakta olan tavanı işaret ederek "canlı müziğe başlamışlar, rica ettim ama bakalım kısacaklar mı?" demesine karşın kararlı dört seyirciyle beraber, ara istemeksizin filmi izlerler. Yerel diyaloglar, doğal çevre, güzel oyunculuk; öz be öz sinema!

Çıkışta, "şu canlı müzik nedir?" merak eden “abla”, sinemanın yanındaki girişin önünde oturan, çoğunluğu siyah giysiler içindeki oğlanlı kızlı gruplardan birine yanaşıp sorar, "bu müziğin türü nedir," konuşarak anlaşmak mümkün görünmediğinden defterini uzatır, "rica etsem yazar mısın?" Atkuyruklu küpeli oğlan, kızın omzundan aldığı eliyle, güzelce Death Metal yazar, "bir de," der “abla” okuyamadığı süslü yazıyı gösterip, "buranın adı ne?" oğlan yine yazar Do Rock, sonra da ekler "Durak gibi yani…"

Sokağın girişi, sağlı sollu geniş ekranların önünde, ellerde bira bardakları kulaklara Almanca konuşmaların çalındığı kalabalıkla hıncahınç dolu; Dünya Kupası son maçı, İspanya-Almanya, 15. dakika geride kalmış, durum 0-0!

Etiketler: , , , , , , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa

+