Konsomasyon Taburesi

28 Mart 2009 Cumartesi

Konsomasyon Taburesi 163

Bu yazı; Konsomasyon Taburesi 162’nin son paragrafında geçen, yer yerinden oynarken Dünya-Avrupa Kupası farkının farkında olmayan “abla”nın isteği üzerine yazılmış bir farkındalık yazısıdır!

Kızının, İstanbul’a varışı ve evine dönüşündeki karşılayışında, kendisine, belki de yeni yetmeliğinden bu yana ilk (iki) kez sıkı sıkı sarılışını, sarılıştaki içtenliği fark eden “abla” bir yanıt beklemeksizin sorar "beni affettin mi sonunda?"

Eve her dönüşünde yaptığı gibi, önce kedi nüfusunu gözden geçiren “abla” yaz aylarında yazlıkçıların, ağaç diplerine, bahçe kıyılarına bıraktıkları balık/yemek artıklarıyla beslendiklerinden düşük katılımı sineye çeker. En devamlıları, gecenin bir saati gelip sessizce tel kapı dibine dikilip “abla”nın fark ettiğinde korkuyla sıçramasına neden olan, yaşlılıktan kendine bakıp temizleyemediğinden çöp kediye dönüşmüş Koçero’yla, gün içinde Hırçın, bir de onun yakaladıkça patakladığı, başta Küçücük iken büyüdükçe Küçük, feci biçimde ısırmaya başlayınca Çomar, sonunda da kız kardeşlerinin bastırmasıyla Çomar’ın sevimli bir uyarlaması Çomi!

Yokluğunda, evinde birkaç gün tatil yapan kızının, o döner dönmez "anne farkında mısın, bunun memeleri de çıkmış!" dediği Çomi, yanlara doğru genişleyen karnıyla fark edilir biçimde gebe! "Neyse," diye avunur “abla” "kızıştığı, epey gürültü koparan parfüm günlerine göre bedeni büyüdü, ölü doğursa bile artık kendini kurtarabilir…"

Saat 22:00 suları uykuya varan “abla” Çarşamba akşamları, Kanal D’de, Çok Güzel Hareketler Bunlar hatırına oyalanır; 5. bölümde gittikçe açılan yazarların, oyuncuların ortaya koydukları uykusuzluğa değecek niteliktedir. Her zaman yaratıcılığına hayran olduğu Yılmaz Erdoğan bir Mutfak dolusu Yılmaz Erdoğan üretme yolunda… Muhteşem The Ayırıcı skecinde, garantili ayırma işlemi için karşı tarafın karşısına geçip "Hakan senden ayrıldı!" bilgisi üzerine gelişmeler, ayrılığın çok doğru saptanmış aşamaları ve anlık pansuman sahnesi, kızın "ama çok acıyor!" deyişini Yılmaz Erdoğan’ın "gerçek mizah hüznü es geçmeyendir!" sözleriyle yorumlayışı, Rocky’de yüz ifadeleriyle verilen ağır çekimler, Hırsız’daki, Doğum Günü'ndeki zekice espriler, akıcı oyun, izleyicinin de katıldığı eğitim süreciyle Mutfak’ta hep birlikte pişirilip servis edilen muhteşem lezzette bir ziyafete dönüşür. “Abla” isimlerini aklında tutamadığı yazarların, mandal taçlı Hamlet skecindeki zehiiirrrrr!-uyuuşşşşş! yorumlarına baktığında, kendi espri anlayışında da önemli etkisi olan mizah dergilerinin izlerini fark eder, bunu Mutfak uygulamasında çok yerinde ve güzel bulur!

Uykusu seyreldiği bir saate pencere kıyısında, gün doğumunun kızıl ışığını fark eden “abla” kadranında başı hareketli tavuğun yemlendiği, elle kurmalı saatin çalmasını beklemez, cırcır böcekleri, bir klâsik müzik konseri öncesi akort edilen çalgıların tek tük tınlamaları ardından, şefin komutuyla bir ağızdan çalmaya başlamaları gibi cırıldamaya başladıkları anda, 07:00’de, kapısını sessizce çeker, çıkar.

Kendi kedi nüfusu için balık avlamakta komşusuyla selamlaşıp verdiği gebe Çomi raporuna ilave olarak, saat kurup erken kalkmak, bu gün havanın rüzgârsız olacağı, sitenin doluluğu gibi havadan sudan bir çok konuda “abla”, sonradan hayatı çok ciddiye alarak sorumlu yaşamasıyla ilgili olduğunu fark ettiği, komşusunun da bir şeyler demek isteyip diyemediği bir monolog tutturmuş gitmekte olduğunu fark eder etmez sessizleşir, iyi niyetli güler yüzlü adamı dinler, "rast gele!" diyerek ayrılır. Kuzeninin "…çabuk, çabuk çekin Fatoş’un fişini!" diye takıldığı kadar var!

Tepeye çok yakın bir yerde yaşlı ama zıpkın gibi! diye tanımlanabilecek beyin jimnastiğini bölmeden başıyla selamlayıp her zaman tünediği kayasına ulaşan “abla” birden fark eder ki kıskançlıkla, şehirli korkularıyla bir mağara kovuğu, kayalıktan ibaret de olsa kendisine ait ve kendisini huzurlu hissettiği, kimsenin ulaşmasını istemediği bu yerde biriyle karşılaşır ve hiçbir olumsuz duyguya kapılmaz! Ne güzel! Her zamanki oyuklara su doldurur, ekmek ufalar. Neredeyse bilinçsizce yaptığı ilk su koyuşunu, ööööylece otururken arkasından gelen vızıltılara baktığında minik göletin çevresinde birçok arı gördüğünü hatırlayan “abla” fark eder ki, bu yıl henüz arı yok! Ekmeğin kalanını, hep bir şeylere katık edildiğinden unuttuğu tadını hatırlamak için yavaaaaşça ufak parçalar ısırarak yer, bu kavuşmadan mutlu, suyun kalanını içer, susuzken temiz suyun açken bir tek lokma ekmeğin değerini fark edip, teşekkür eder… Yüzünü, göğsünü döndüğü rüzgârı seven, içinin en dar kovuğuna dek sızıp tortulanmış hüznü üfürdüğünü, dolanarak, gözünden yaş olarak akıtmaya ömrünün yetmeyeceği korku, kaygı, üzüntüyü süpürdüğünü hayâl eden “abla” dışarısıyla içini birlikte dinlerken, birden fark eder ki, geçen kış yazıştığı bir arkadaşıyla, "insanların cinsellik uğruna yaptıkları, ne aşağılanmalar yaşadıkları, nelere razı geldikleri..." konulu yazışmada böbürlenerek hemfikir oldukları, "biz, çok şükür bu derece ümitsiz, çaresiz değiliz!" yaklaşımından daha acınası bir şey yok! Doğasını reddeden, halâ kel Rapunzel iddiasındaki, özgürlüğü uğruna insan yanından vazgeçmiş “abla” kadar acınası kimse yok!

Dönüşte; yazlığını açmış, ayaküstü uzunca sohbetle hasret gidermiş, el yapımı işlere merakı yüzünden epey ahbaplık ettiği komşusu bir hanımın eşine rastlayan “abla” ona da hoş geldiniz, iyi tatiler! demek için duraklar. Sert bürokrat ifadeli adam, "…üç hafta oldu geleli, bir ay daha kalacağım" diye anlatır, "sonra Ankara’ya dönmem gerekiyor ama Ağustos’ta tekrar geleceğim…" “Abla” adamın tüm cümlelerini birinci tekil şahısla kurduğunu fark eder, şaşırır; en çok da, kendisinden 1/3 boy daha uzun, en az 40 yıllık karısını fark etmezden gelip cümlelerine almayışına!

Eve girmeden, balıkçı ile karısına rastlayan “abla”, "kullanılmış giysi, bardak falan var, versem köye götürür müsün…" demeye kalmadan balıkçı lâfa girer, "bak sen onu temizce çöpe koy, içine atma yanına koy, şimdi herkes bi başka oldu, aç yatar ama üstü başı hep yeni olacak, hem de moda olacak, verirsin bir de lâf duyarsın, sen hiiiiç bize verme, götür çöpe koy, kim isterse alsın!" “Abla” balıkçının sözlerinde yeni bir şey daha fark eder: Eskilerin, ihtiyacı olabilecek kişilere aktarılması mekanizması iflâs etmiş! Bir ekonomi kitabında okuduğu refah aşağı doğru damlar sözünün, dayatılan tüketim ekonomisi yüzünden ıskartaya çıkmış olduğu gibi!..

Denize girmeye izin vermeyen şiddetli poyraz, "…bu da iyi, oturur halâ 300 adet eksik kutularımı yaparım, fena mı?" diyen, kendisini yıllarca kötümser diye tanımlayan “abla”nın; aynada, fotoğraflarda kendisine bakmadığını, bakmayınca görmediğini, görmeyince sevmediğini fark ettiği zamanlarla hemen hemen aynı zamanda fark ettiği iyimser yanıdır.

Etiketler: ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa

+